25
yıl aradan sonra ilk kez gittim…
Çocukluğumun
geçtiği mahallemin camisine…
Şu
an yaşım 36. Ben o mahalleden ayrılalı 25 yıl oldu. Yani benim o mahallemden
göçtüğüm gün doğan bir çocuk şimdi olgun yaşa geldi.
Ben
ilk kez o mahallemin camisine gitmiştim. O günler ilkokul çağlarımdı. İlk
zamanlar babamın yanında gider gelirdim. Daha sonraları kendim gidip gelmeye
başladım. Yaz tatillerinde kurslar açılırdı benim Camimde. Her camide yapılırdı
bu ama benim dünyam orasıydı ben sadece orada görüyordum cemaatle namazı, yaz
kurslarında cüz okumayı, Kuran okumayı, sure ezberlemeyi. Sabah 09:00 da açılırdı kursumuz. Kapının önü sulanırdı her sabah. Öğlen namazından
yarım saat önce biterdi dersimiz. Ve o günün nöbetçileri alelacele kursu
temizlerlerdi.
Teravih
namazlarını ilk kez o Camide öğrendim. Hayatımda ilk kez bu kadar uzun namazın
olabileceğini orada gördüm. Ağustos ayına denk gelmişti benim ilk teravih
namazlarım. Teravihler ne kadar uzun olursa olsun bana huzur veriyordu O cami.
Ve ne kadar doğru ne kadar güzel bir şey yaptığımı düşünüyordum. Çünkü babam
geliyordu camiye. Abim geliyordu. İkiz
kardeşim geliyordu. Komşularımız geliyordu. İhtiyarlar geliyordu. Gençler
geliyordu. Benim gibi çocuklar geliyordu. Huzursuz bir kişi bile görmüyordum.
Herkes de bir mutluluk vardı. Belki çocuk gözüyle böyle görüyordum diyeceğim
ama öyle olsaydı her gün ihtiyarlarımızı cami sonrası hasbihalde görmezdim,
gençleri namaz çıkışında hemen yandaki bakkaldan ellerine gazozlarını alıp bir
arada muhabbet etmeye başladıklarını görmezdim. Benim gibi çocukların da
ağabeylerinin gözetiminde yanlarında oynamalarına ve beraberce evlerimize
dağılışlarımıza şahit olmazdım. Bu bir bereketti. Bunun adı çocuk gözüyle
görmek değildi. Teravihlerimiz dolu dolu geçerdi. Belki gençler çok Kur’an
okumazlardı. Belki Ramazanda hatimler inmezlerdi ama namaza gelirler ve değer
verirlerdi. O akşam teravih genelde kılınırdı. Salih amelleri pek yoktu bilirim
ama kötülükleri de çok azdı. Mümbitlerdi yani. Ekildiğinde bir şeyler verme
ihtimali yüksekti. En büyük eksiklik ekecek bir çiftçinin yokluğu idi. Gelenek
çok iyi korunuyordu. Hocaya ilgi-saygı, cami, cemaat, teravih, komşuluklar,
arkadaşlıklar çok iyiydi.
Camide
boş yer kalmazdı hiç. İhtiyarı, orta yaşlısı, genci, çocuğu hepimiz doluşurduk
camimize. Teravih bizim mahallemizin gündemiydi. O akşam teravihten daha önemli
hiçbir şey yoktu bizim için. Çünkü her evin erkek fertleri o akşam teravihteydi
ve ben buna şahittim. Kadınlarımız da arada bir gelirlerdi.
Tekbirler
doldururdu caminin içini. ITRÎ’nin bestesiyle söylenirdi tekbirler. Cami’de müzikal
şeklinde tekbir getirmenin ne kadar doğru olduğunu 30’lu yaşlarımda
sorgulayacaktım ama o günlerde duyduğum bu tekbirlerin hayatımın en güzel günlerini hatırlatacak nağmeler olacağını da bilmezdim. O tekbirler hala bana en masum günlerimi
hatırlatır. Ritüel halini almış olmasını hep sorgulamışımdır. Sevdiğim şey kulaklarım
daha şarkıyla-türküyle tanışmadan bu tekbirlerle tanışmıştı.
Kamet
getirilirdi ve ben en heyecanlı bir şekilde bu kametleri dinlerdim. Namaz
sonunda Amenerrasulü okunurdu. Müezzin o kadar güzel okurdu ki bu ayetleri içim
giderdi. Ben de bir gün okuyabilecek miyim diye iç geçirirdim. O okunan ayetler
benim kafamda sarsılmaz bir yer buldu. 11 yaşımdan 14 yaşıma kadar boşlukta
geçirdiğim günlerden sonra beni öze dönüşümde karşılayan ayetlerdi onlar. Çünkü
ben namaz ve Kur’an dendiği zaman o günlerimdeki namaz ve Kuran’ı hatırlardım.
İlkokul
çağlarımda başlayan bu namaz ve kamet sevgisi beni oldukça meşgul etmişti.
Allah dostlarının namazı gibi huşulu bir namazım yoktu ama o namazın benim
kurtuluş ipim olduğunu biliyordum. Bunu annem defalarca söylemişti. İlkokul 4.
ya da 5. Sınıfta olsa gerek, camiye babam olmadan da gitmeye başlamıştım artık.
Kamet getirmeyi öğrenmiştim. Ezan okumayı bile öğrenmiştim. Bazı günler okul
çıkışımızla öğle ezanı arasında 10-15 dakika gibi bir zaman dilimi olurdu. Ben
bu günlerde alelacele çıkardım okuldan ve namaza yetişmek için koştururdum.
Okulumuz ile evimiz arasında 300 mt kadar mesafe vardı. Evimizle camimiz
arasında da 100 mt’lik bir mesafe vardı. Yaklaşık 400 mt’lik mesafeyi
koşabildiğim en hızlı şekliyle koşar camiye yetişirdim. Soluk soluğa eve gelirdim. Annem defalarca
kapıda karşıladı beni. Camiye gidişime çok sevinirdi. O yaşta hiç kimsenin
zorlaması olmadan koşa koşa gidip namaza yetişme çabamı gördükçe bana hep güzel
dualar eder, iyi şeyler söylerdi. Daha evimizin kapısından içeriye girmeden,
okul önlüğümün yakasını çıkarır, düğmelerini çözerdim bir tanecik anam da
kapıda beni bekler elimden çantamı alır sırtımdan önlüğümü çıkartırdı. Hemen
abdestimi alır hiç beklemeden koşar giderdim. Annem hem hayırlı şeyler söyler
hem de “oğlum yavaş git düşme” derdi. Annem camiye gittiğim zamanlarda kamet
getirmeye başladığımı duyunca çok sevinmişti. Yine bir gün böyle koştura
koştura eve gelmiştim. Annem her zamanki gibi kapıda karşılamıştı beni. Ben
yine aynı şekilde telaşla çıktım evden. Koşarak camiye geldim. Ezan okundu
okunacaktı. Hemen girdim camiye. Hoca ezan okumak için mikrofon başına
geçecekken birden “hocam ben okuyabilir miyim ezanı” dedim. Soluk soluğayım
tabii. Hoca “okuyabilir misin?” dedi.
“Okurum hocam” dedim. “Peki oku bakalım” dedi. Mikrofonun düğmesini
açtım birkaç kez üfledim. Baktım ses geliyor başladım ezan okumaya. Okudukça
coştum. Biraz da koşmanın etkisiyle nefesimi ayarlamakta zorlandım. O gün
kameti de yapmıştım. Eve sevine sevine geldim. Çok da acıkmıştım. Okuldan çıkar
çıkmaz camiye geldiğim için acıkmıştım. Kapıdan içeri girerken anam karşıladı
beni. “Ezanı sen mi okudun?” dedi. Ben de evet dedim. Öyle bir sevinmiş ki
benim ezan okuduğuma. Kucakladı, öptü, “aferin hep böyle ol”dedi. Annem eğer bana destek vermeseydi çocukluğumda,
“her gün her gün camiye mi gidilirmiş bu gün de gitme gel buraya” deseydi ya da
“ okuduğum ezana o tatlı gülüşüyle ve iltifatlarıyla destek vermeseydi belki
ben namazdan, kametten, ezandan kaçan biri olacaktım. Kalbimin en yumuşak
yeridir anam ve geçmişimin en masum hatırasıdır o ezan okuduğum hatıram. İşte
bu masumluğumla sarıldığım anam gençlik dönemimde vefat etti. 1999 yılında.
Ben
bu gün namazı seviyorsam, sevgili annemin iltifatlarının etkisi çok çok
büyüktür. Babamın etkisi çok çok büyüktür. O babam ki bizi camiye götürdüğü
zamanlar çok oldu. Sütlü kahve ikram edilen mahalle sohbetlerine götürdüğü çok
oldu. Şarkı-türküden uzak bir adam oluşu benim kafamda ITRÎ besteli tekbirlerin
yer etmesinde en büyük etkendir. Benim kulaklarım şarkı türkü işiterek büyümüş
olsaydım o tekbirlerden belki o kadar haz almayacaktım. Zihnime ve kalbime o
kadar yerleşmeyecekti.
Ben
bu gün 36 yaşındayım. İşte bu gün yani 24 Temmuz 2012 Salı günü tüm bu
özlemler, ve içimde büyüttüğüm o anılarımla en son 25 yıl önce namaz kıldığım
Camime tekrar geldim. 1987 de göçtüğümüz mahallemin camisine. Yanımda kardeşimle
birlikte. Daha camiye girerken Hamza’nın ciğerlerine saplanan mızrak gibi bir
acı saplandı tüm bedenime. “Keşke bu durumu görmeseydim” dedim. 6-7 safın
rahatlıkla sığacağı camide sadece 2 saf ve arta kalan üç-beş kişi vardı.
Cemaate karıştık. Benim yaşlarımda bir kişi bile yoktu. İki çocuk vardı, bir
tane de 15 yaşında bir delikanlı vardı. O da kamet getiren kişiydi. Diğerleri
ise neredeyse tamamı 50 yaş üstünde kişilerdi. Zaten cemaatin üçte ikisi 60 yaş
ve üzeriydi. Sanki suyu çekilmiş bir göl gibi kurumuş cami. Cami aynı duruyor
aslında, değişen caminin dışı. 25 sene önceki imam bile aynı imam başkası
gelmemiş. Ama oraya hayat veren, neşe veren insanlar kalmamış. Bizim
zamanımızda caminin yarısından fazlası genç ve orta yaşlılardan ibaret olurdu.
Şimdi bir tane genç var o da müezzin. Allah hayırlı akıbetler versin. Ne oldu da bu feci duruma gelindi? Genç mi
kalmadı mahallede? Hocadan öğrendim ki bizim zamanımızdaki gençler hep
taşınmışlar başka yerlere. Ama yeni gelen nesilden hiç mi genç yok? Var
olmasına var da camiye gelecek genç kalmamış. 25 yılda benim ülkemin yaşam
biçiminin ne kadar değiştiğinin en güzel örneği benim mahzun camim. İllet öyle
esir almış ki yeni nesilleri, yönleri kıbleye dönmüyor, ayakları camiye
adımlamıyor. Dillerde başka şeyler, gönüllerde başka şeyler, evlerde bambaşka
yaşamlar. Dışarıda cazibesi çok yüksek bir yaşam. Dışarıdaki hayat illet olmuş
gönülleri de camileri de sarmış. Cami ve namaz uzak durulan şeyler haline
gelmiş. Rağbet dışarıdaki süslü ve zehirli hayata olunca teker teker uzaklaşmış
insanlar camilerden. Camiler yaşlı ve toprağa yaklaşmış insanlara terk edilmiş.
Hocalar ise hayatın ve neşenin kalmadığı bu mekanda alışkanlık icabı namazlar
kıldırır hale gelmişler. Onları heyecana getirecek hiçbir şey kalmamış. Namaz
ve cemaat artık bir ruh kazandırmıyor. Yasak savma kabilinden yapılır hale
gelmiş her şey. İnsanlara imam olanların bu durumdan paylarına ne düşer bilmem.
Fakat artık şunu iyi biliyorum ki camilere heyecan gelmeden önce oralara imam
olanlara heyecanın gelmesi ve heyecanlarını kaybetmemesi gerekiyor.
Muvaffakiyet ise Allah’tandır.
Aldığım
büyük hazlar ve içimde büyüttüğüm anılarımla girdiğim Cami “benim cıvıl cıvıl
Camim” olmaktan çıkmış.
Allah
“benim camime” de diğer camilere de hayat bahşedecek nesiller versin. Allah
camiye, cemaate, ezana, kamete koşturacak evlatlar yetiştiren anaları ve
babaları eksik etmesin. “Rabbim, bana anne ve babama verdiğin
nimete şükretmeyi ve razı olacağın salih ameli yapmayı ilham et.” (Neml 19) Camilerin içi dışından daha cazip
hale getirilmedikçe korkarım ki hüsranlarımız bitmeyecek aksine artacak.