4 Temmuz 2016 Pazartesi

25 yıl aradan sonra ilk kez gittim…
Çocukluğumun geçtiği mahallemin camisine…
Şu an yaşım 36. Ben o mahalleden ayrılalı 25 yıl oldu. Yani benim o mahallemden göçtüğüm gün doğan bir çocuk şimdi olgun yaşa geldi.
Ben ilk kez o mahallemin camisine gitmiştim. O günler ilkokul çağlarımdı. İlk zamanlar babamın yanında gider gelirdim. Daha sonraları kendim gidip gelmeye başladım. Yaz tatillerinde kurslar açılırdı benim Camimde. Her camide yapılırdı bu ama benim dünyam orasıydı ben sadece orada görüyordum cemaatle namazı, yaz kurslarında cüz okumayı, Kuran okumayı, sure ezberlemeyi.  Sabah 09:00 da açılırdı kursumuz. Kapının  önü sulanırdı her sabah. Öğlen namazından yarım saat önce biterdi dersimiz. Ve o günün nöbetçileri alelacele kursu temizlerlerdi.
Teravih namazlarını ilk kez o Camide öğrendim. Hayatımda ilk kez bu kadar uzun namazın olabileceğini orada gördüm. Ağustos ayına denk gelmişti benim ilk teravih namazlarım. Teravihler ne kadar uzun olursa olsun bana huzur veriyordu O cami. Ve ne kadar doğru ne kadar güzel bir şey yaptığımı düşünüyordum. Çünkü babam geliyordu camiye. Abim  geliyordu. İkiz kardeşim geliyordu. Komşularımız geliyordu. İhtiyarlar geliyordu. Gençler geliyordu. Benim gibi çocuklar geliyordu. Huzursuz bir kişi bile görmüyordum. Herkes de bir mutluluk vardı. Belki çocuk gözüyle böyle görüyordum diyeceğim ama öyle olsaydı her gün ihtiyarlarımızı cami sonrası hasbihalde görmezdim, gençleri namaz çıkışında hemen yandaki bakkaldan ellerine gazozlarını alıp bir arada muhabbet etmeye başladıklarını görmezdim. Benim gibi çocukların da ağabeylerinin gözetiminde yanlarında oynamalarına ve beraberce evlerimize dağılışlarımıza şahit olmazdım. Bu bir bereketti. Bunun adı çocuk gözüyle görmek değildi. Teravihlerimiz dolu dolu geçerdi. Belki gençler çok Kur’an okumazlardı. Belki Ramazanda hatimler inmezlerdi ama namaza gelirler ve değer verirlerdi. O akşam teravih genelde kılınırdı. Salih amelleri pek yoktu bilirim ama kötülükleri de çok azdı. Mümbitlerdi yani. Ekildiğinde bir şeyler verme ihtimali yüksekti. En büyük eksiklik ekecek bir çiftçinin yokluğu idi. Gelenek çok iyi korunuyordu. Hocaya ilgi-saygı, cami, cemaat, teravih, komşuluklar, arkadaşlıklar çok iyiydi.
Camide boş yer kalmazdı hiç. İhtiyarı, orta yaşlısı, genci, çocuğu hepimiz doluşurduk camimize. Teravih bizim mahallemizin gündemiydi. O akşam teravihten daha önemli hiçbir şey yoktu bizim için. Çünkü her evin erkek fertleri o akşam teravihteydi ve ben buna şahittim. Kadınlarımız da arada bir gelirlerdi.
Tekbirler doldururdu caminin içini. ITRÎ’nin bestesiyle söylenirdi tekbirler. Cami’de müzikal şeklinde tekbir getirmenin ne kadar doğru olduğunu 30’lu yaşlarımda sorgulayacaktım ama o günlerde duyduğum bu tekbirlerin hayatımın en güzel günlerini hatırlatacak nağmeler olacağını da bilmezdim. O tekbirler hala bana en masum günlerimi hatırlatır. Ritüel halini almış olmasını hep sorgulamışımdır. Sevdiğim şey kulaklarım daha şarkıyla-türküyle tanışmadan bu tekbirlerle tanışmıştı.
Kamet getirilirdi ve ben en heyecanlı bir şekilde bu kametleri dinlerdim. Namaz sonunda Amenerrasulü okunurdu. Müezzin o kadar güzel okurdu ki bu ayetleri içim giderdi. Ben de bir gün okuyabilecek miyim diye iç geçirirdim. O okunan ayetler benim kafamda sarsılmaz bir yer buldu. 11 yaşımdan 14 yaşıma kadar boşlukta geçirdiğim günlerden sonra beni öze dönüşümde karşılayan ayetlerdi onlar. Çünkü ben namaz ve Kur’an dendiği zaman o günlerimdeki namaz ve Kuran’ı hatırlardım.
İlkokul çağlarımda başlayan bu namaz ve kamet sevgisi beni oldukça meşgul etmişti. Allah dostlarının namazı gibi huşulu bir namazım yoktu ama o namazın benim kurtuluş ipim olduğunu biliyordum. Bunu annem defalarca söylemişti. İlkokul 4. ya da 5. Sınıfta olsa gerek, camiye babam olmadan da gitmeye başlamıştım artık. Kamet getirmeyi öğrenmiştim. Ezan okumayı bile öğrenmiştim. Bazı günler okul çıkışımızla öğle ezanı arasında 10-15 dakika gibi bir zaman dilimi olurdu. Ben bu günlerde alelacele çıkardım okuldan ve namaza yetişmek için koştururdum. Okulumuz ile evimiz arasında 300 mt kadar mesafe vardı. Evimizle camimiz arasında da 100 mt’lik bir mesafe vardı. Yaklaşık 400 mt’lik mesafeyi koşabildiğim en hızlı şekliyle koşar camiye yetişirdim.  Soluk soluğa eve gelirdim. Annem defalarca kapıda karşıladı beni. Camiye gidişime çok sevinirdi. O yaşta hiç kimsenin zorlaması olmadan koşa koşa gidip namaza yetişme çabamı gördükçe bana hep güzel dualar eder, iyi şeyler söylerdi. Daha evimizin kapısından içeriye girmeden, okul önlüğümün yakasını çıkarır, düğmelerini çözerdim bir tanecik anam da kapıda beni bekler elimden çantamı alır sırtımdan önlüğümü çıkartırdı. Hemen abdestimi alır hiç beklemeden koşar giderdim. Annem hem hayırlı şeyler söyler hem de “oğlum yavaş git düşme” derdi. Annem camiye gittiğim zamanlarda kamet getirmeye başladığımı duyunca çok sevinmişti. Yine bir gün böyle koştura koştura eve gelmiştim. Annem her zamanki gibi kapıda karşılamıştı beni. Ben yine aynı şekilde telaşla çıktım evden. Koşarak camiye geldim. Ezan okundu okunacaktı. Hemen girdim camiye. Hoca ezan okumak için mikrofon başına geçecekken birden “hocam ben okuyabilir miyim ezanı” dedim. Soluk soluğayım tabii. Hoca “okuyabilir misin?” dedi.  “Okurum hocam” dedim. “Peki oku bakalım” dedi. Mikrofonun düğmesini açtım birkaç kez üfledim. Baktım ses geliyor başladım ezan okumaya. Okudukça coştum. Biraz da koşmanın etkisiyle nefesimi ayarlamakta zorlandım. O gün kameti de yapmıştım. Eve sevine sevine geldim. Çok da acıkmıştım. Okuldan çıkar çıkmaz camiye geldiğim için acıkmıştım. Kapıdan içeri girerken anam karşıladı beni. “Ezanı sen mi okudun?” dedi. Ben de evet dedim. Öyle bir sevinmiş ki benim ezan okuduğuma. Kucakladı, öptü, “aferin hep böyle ol”dedi. Annem eğer bana destek vermeseydi çocukluğumda, “her gün her gün camiye mi gidilirmiş bu gün de gitme gel buraya” deseydi ya da “ okuduğum ezana o tatlı gülüşüyle ve iltifatlarıyla destek vermeseydi belki ben namazdan, kametten, ezandan kaçan biri olacaktım. Kalbimin en yumuşak yeridir anam ve geçmişimin en masum hatırasıdır o ezan okuduğum hatıram. İşte bu masumluğumla sarıldığım anam gençlik dönemimde vefat etti. 1999 yılında.
Ben bu gün namazı seviyorsam, sevgili annemin iltifatlarının etkisi çok çok büyüktür. Babamın etkisi çok çok büyüktür. O babam ki bizi camiye götürdüğü zamanlar çok oldu. Sütlü kahve ikram edilen mahalle sohbetlerine götürdüğü çok oldu. Şarkı-türküden uzak bir adam oluşu benim kafamda ITRÎ besteli tekbirlerin yer etmesinde en büyük etkendir. Benim kulaklarım şarkı türkü işiterek büyümüş olsaydım o tekbirlerden belki o kadar haz almayacaktım. Zihnime ve kalbime o kadar yerleşmeyecekti.
Ben bu gün 36 yaşındayım. İşte bu gün yani 24 Temmuz 2012 Salı günü tüm bu özlemler, ve içimde büyüttüğüm o anılarımla en son 25 yıl önce namaz kıldığım Camime tekrar geldim. 1987 de göçtüğümüz mahallemin camisine. Yanımda kardeşimle birlikte. Daha camiye girerken Hamza’nın ciğerlerine saplanan mızrak gibi bir acı saplandı tüm bedenime. “Keşke bu durumu görmeseydim” dedim. 6-7 safın rahatlıkla sığacağı camide sadece 2 saf ve arta kalan üç-beş kişi vardı. Cemaate karıştık. Benim yaşlarımda bir kişi bile yoktu. İki çocuk vardı, bir tane de 15 yaşında bir delikanlı vardı. O da kamet getiren kişiydi. Diğerleri ise neredeyse tamamı 50 yaş üstünde kişilerdi. Zaten cemaatin üçte ikisi 60 yaş ve üzeriydi. Sanki suyu çekilmiş bir göl gibi kurumuş cami. Cami aynı duruyor aslında, değişen caminin dışı. 25 sene önceki imam bile aynı imam başkası gelmemiş. Ama oraya hayat veren, neşe veren insanlar kalmamış. Bizim zamanımızda caminin yarısından fazlası genç ve orta yaşlılardan ibaret olurdu. Şimdi bir tane genç var o da müezzin. Allah hayırlı akıbetler versin.  Ne oldu da bu feci duruma gelindi? Genç mi kalmadı mahallede? Hocadan öğrendim ki bizim zamanımızdaki gençler hep taşınmışlar başka yerlere. Ama yeni gelen nesilden hiç mi genç yok? Var olmasına var da camiye gelecek genç kalmamış. 25 yılda benim ülkemin yaşam biçiminin ne kadar değiştiğinin en güzel örneği benim mahzun camim. İllet öyle esir almış ki yeni nesilleri, yönleri kıbleye dönmüyor, ayakları camiye adımlamıyor. Dillerde başka şeyler, gönüllerde başka şeyler, evlerde bambaşka yaşamlar. Dışarıda cazibesi çok yüksek bir yaşam. Dışarıdaki hayat illet olmuş gönülleri de camileri de sarmış. Cami ve namaz uzak durulan şeyler haline gelmiş. Rağbet dışarıdaki süslü ve zehirli hayata olunca teker teker uzaklaşmış insanlar camilerden. Camiler yaşlı ve toprağa yaklaşmış insanlara terk edilmiş. Hocalar ise hayatın ve neşenin kalmadığı bu mekanda alışkanlık icabı namazlar kıldırır hale gelmişler. Onları heyecana getirecek hiçbir şey kalmamış. Namaz ve cemaat artık bir ruh kazandırmıyor. Yasak savma kabilinden yapılır hale gelmiş her şey. İnsanlara imam olanların bu durumdan paylarına ne düşer bilmem. Fakat artık şunu iyi biliyorum ki camilere heyecan gelmeden önce oralara imam olanlara heyecanın gelmesi ve heyecanlarını kaybetmemesi gerekiyor. Muvaffakiyet ise Allah’tandır.
Aldığım büyük hazlar ve içimde büyüttüğüm anılarımla girdiğim Cami “benim cıvıl cıvıl Camim” olmaktan çıkmış.

Allah “benim camime” de diğer camilere de hayat bahşedecek nesiller versin. Allah camiye, cemaate, ezana, kamete koşturacak evlatlar yetiştiren anaları ve babaları eksik etmesin. “Rabbim, bana anne ve babama verdiğin nimete şükretmeyi ve razı olacağın salih ameli yapmayı ilham et.” (Neml 19) Camilerin içi dışından daha cazip hale getirilmedikçe korkarım ki hüsranlarımız bitmeyecek aksine artacak.